Sizi Arayalım
Ortaklara Olan Borçların Sermayeye İlave Edilmesi ve Vergisel Sonuçları

MAKALE: 17.07.2024/03

Ortaklara Olan Borçların Sermayeye İlave Edilmesi ve Vergisel Sonuçları

Centrum Türkiye Vergi Direktörlerimizden Sn. Av. Murat Softa'nın hazırladığı bu makalede, ortaklara olan borçların sermayeye ilave edilmesi ve bunun vergisel sonuçları ele alınmaktadır. Makale, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde, şirketlerin ortaklarından aldıkları borçların sermayeye eklenmesi sürecini, bu sürecin usul ve şartlarını detaylandırmaktadır. Ayrıca, borçların sermayeye ilavesinin finansman gider kısıtlaması, örtülü sermaye uygulamaları ve enflasyon düzeltmesi gibi vergisel etkileri kapsamlı bir şekilde incelenmektedir. Ortaklara olan borçların sermayeye ilavesinin sağladığı vergisel avantajlar ve uygulamada dikkat edilmesi gereken hususlar da bu çalışmada ele alınmaktadır.

16.07.2024'te yayımlanan Centrum Time dergimizin 18. sayısında yer alan bu makalemize ve diğer içeriklere buradan ulaşabilirsiniz.

Bilindiği üzere Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nın 127. maddesi uyarınca şirketlerin sermayeleri ortaklarca nakit olarak veya ayın konulmak suretiyle teşekkül ettirilebilmekte veya artırılabilmektedir. TTK’ya göre ortakların şirketten olan alacakları ancak vadesi gelmiş ise ayni sermaye olarak kabul edilmektedir. Bu kapsamda belirli şartların sağlaması durumunda şirket bilançolarında yer alan ortaklara borçlar hesabının bakiyesi kısmen veya tamamen sermaye artırımında kullanılabilecektir. Ancak, ayınların şirketlere sermaye olarak konulmasında prensip olarak, asliye ticaret mahkemesi tarafından atanan bilirkişilerce değer biçilmesi gerekmektedir.

Sermaye şirketlerinin tescil edilen sermaye tutarı ile karşılanamayan finansman ihtiyacı kullanılan krediler ile karşılanabildiği gibi kimi zaman da ortaklardan borç almak suretiyle de karşılanabilmektedir. Ortaktan alınan borçlar ile sağlanan finansman kaynakları ile sabit kıymet yatırımları yapılması durumunda ya da büyüyen iş hacmi, enflasyon gibi sebeplerle artan işletme sermayesi ihtiyacında kullanılması durumunda, borcun ortaklara geri ödenmesi uzun zaman alabilmektedir.

İşte bu türden geri ödenmesi zaman alacak olan ya da geri dönmesi mümkün görülmeyen ortaklara olan borçların sermayeye ilavesine ilişkin usullere ve vergisel açıdan sonuçlarına bu çalışmamızda yer vereceğiz.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesine İlişkin Usul ve Şartlar

Üretim faktörleri arasında kabul edilen sermaye, şirketlerin ticaret veya üretim yapabilmesi için sahip olması gereken kaynaklardan biri olup ayni ve nakdi sermaye olarak ikili ayrıma tabi tutulmaktadır. 6102 sayılı TTK’nın 127. maddesine göre anonim şirketlerde nakdi sermaye koyulabileceği gibi ayni sermaye de koyulabilmektedir. Buna göre; üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurları ayni sermaye olarak konulabilir. Buna göre, alacaklar ile devrolunabilen ve nakden değerlendirilebilen her türlü değer ticaret şirketlerine sermaye olarak konulabilecektir. TTK’ya göre ortakların şirketten olan alacakları ancak vadesi gelmiş ise ayni sermaye olarak kabul edilmektedir. Hizmet edimleri, kişisel emek, ticari itibar ve vadesi gelmemiş alacakların sermaye olarak konulması mümkün değildir.

TTK’ya göre, ayni sermayenin kabul edilebilmesi için, esas sözleşmede bilirkişi tarafından belirlenen değeriyle yer alan taşınmazların tapuya şerh verilmesi, fikri mülkiyet hakları ile diğer değerlerin varsa özel sicillerine kaydedilmeleri, taşınırların güvenilir bir kişiye tevdi edilmesi şart koşulmuştur. Türk Ticaret Kanunu’nun 343. maddesine göre, ayni sermaye olarak kabul edilen ortaklara borçlar hesabındaki tutarların şirketlere sermaye olarak konulmasında prensip olarak asliye ticaret mahkemesi tarafından atanan bilirkişilerce değer biçilmesi gerekmektedir.

Bununla birlikte Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ayni sermaye olarak konulacak mal varlığının, ilgili şirketin ortağı tarafından bu şirkete nakit olarak verilmiş borç (şirketin, kendi ortağına nakit kaynaklı borcu) şeklinde olduğunda, bilirkişi raporu geçerli olabildiği gibi yeminli mali müşavir, serbest muhasebeci mali müşavir ya da denetime tabi şirketlerde denetçinin hazırlayacağı, şirketin ortağa olan nakit kaynaklı borcunun tutarını gösteren ve kaynağının nakit olduğunu ortaya koyan raporun sermaye artışı için yeterli olacağını öngörmüştür.

Bu kapsam Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın genelgesine göre, ortakların şirketten olan nakit alacaklarının varlığının yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu ile ispatı yeterlidir. Nakit dışında verilen borçtan kaynaklanan ortakların alacakları bakımından yapılacak tespitin ise bilirkişi raporu ile yapılması zorunludur. Bu şartların sağlaması durumunda şirket bilançolarında yer alan ortaklara borçlar hesabının bakiyesinin kısmen veya tamamen sermaye artırımında kullanılması mümkündür.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesinin Vergisel Etki ve Sonuçları

İşletmenin hem hukuksal hem de muhasebe ilkeleri gereği ortaklarından ve ortaklıklarından ayrı bir tüzel kişiliği olduğundan işletme kaynaklarının ortaklara bedelsiz, karşılıksız olarak kullandırılması iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymamaktadır.

Şirketlerin ortaklarıyla yapmış olduğu borçlandırma işlemleri bir “finansman” hizmeti olarak kabul edilmektedir. Kurumlar Vergisi Kanunu’nda düzenlenen transfer fiyatlandırması hükümleri gereği, Ortaklar Cari Hesabının borç bakiyesine adatlandırma yöntemi ile faiz hesaplanması ve bu faiz gelirlerinin şirketin Kurumlar Vergisi Beyannamesi’ne eklenmesi gerekmektedir. Aksi durumda, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazanç, Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 11/c maddesi uyarınca, dağıtan açısından kanunen kabul edilmeyen gider (KKEG) niteliğindedir. Dolayısıyla Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca örtülü olarak dağıtılan kazançların, kurum matrahına eklenmesi gerekir. 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununa göre, verilen bu finansman hizmeti KDV’ne tabiidir ve genel oran üzerinden KDV hesaplanmalıdır. Diğer taraftan faiz gelirini elde taraf dar mükellef ise Türkiye’de elde etmiş sayıldığı menkul sermaye iradı gelirlerinden tevkifat yapılması gerekecektir.

Bununla birlikte, Kurumlar Vergisi Kanunu’nda düzenlenen örtülü sermaye uygulamasında; Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye kabul edilmektedir.

Örtülü sermaye sayılan borçlar üzerinden hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderler bir taraftan kurum kazancının tespitinde gider olarak kabul edilmezken, diğer taraftan da bu tutarlar (kur farkları hariç) hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı sayılmaktadır. Dolayısıyla örtülü sermaye tanımına giren borçların, gerek ilgili dönem kurum kazancının tespitinde, gerekse kâr dağıtımına bağlı tevkifat matrahının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.

Bu açıklamalar kapsamında, ilişkili kişilerle yapılan borçlanmalardan kaynaklı finansman hizmetlerindeki KDV yükü ve adat faiz gelirlerinin yaratabileceği vergi yükleri olmakla birlikte, borcu kullanan tarafın örtülü sermaye kapsamında bulunmasına bağlı olarak diğer tarafın gelir olarak yazdığı ve KDV hesapladığı (hazineye intikal ettirdiği) finansman hizmet için ödediği tutarları diğer tarafın gider yazamama, yüklendiği KDV’yi indirim konusu yapamama durumunda kalabilmesi ihtimal dahilindedir. Bu sebeple ortaklara olan borcun sermayeye ilave edilmesi, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun transfer fiyatlandırması veya örtülü sermaye uygulamaları dolayısıyla üzerinde yük oluşturan kısıtlamaların ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.

Bununla birlikte, ortalara olan borçların sermayeye ilave edilmesinin sağladığı çeşitli avantajlar bulunmakta olup bu avantajların detaylarına aşağıdaki başlıklarda yer veriyoruz.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesi Finansman Gider Kısıtlamasının KKEG Etkisini Sınırlar

Bilindiği üzere 6322 sayılı Kanunun 37’nci maddesiyle 1/1/2013 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere 5520 sayılı Kanunun 11’inci maddesinin birinci fıkrasına eklenen (i) bendinde; “Kredi kuruluşları, finansal kuruluşlar, finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketleri dışında, kullanılan yabancı kaynakları öz kaynaklarını aşan işletmelerde, aşan kısma münhasır olmak üzere, yatırımın maliyetine eklenenler hariç, işletmede kullanılan yabancı kaynaklara ilişkin faiz, komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı ve benzeri adlar altında yapılan gider ve maliyet unsurları toplamının %10’unu aşmamak üzere Cumhurbaşkanınca kararlaştırılan kısmı kanunen kabul edilmeyen gider (KKEG) olarak kabul edilmiştir” hükmüne yer verilmiştir.

 Ayrıca, madde hükmüne göre Cumhurbaşkanı bu oranı sektörler itibarıyla farklılaştırmaya ve Hazine ve Maliye Bakanlığı hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili kılınmıştır. Söz konusu yetkiye dayanılarak 3490 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 1/1/2021 tarihinden itibaren başlayan vergilendirme dönemi kazançlarına uygulanmak üzere, kurum kazancının tespitinde gider kabul edilmeyecek oran %10 olarak belirlenmiştir.

Bu açıklamalar kapsamında, KVK 11/1-i. Maddesi uyarınca yabancı kaynakları özkaynaklarını aşan kurumlar vergisi mükelleflerinin, aşan kısımla sınırlı olmak üzere, yabancı kaynaklara ilişkin faiz, komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı ve benzeri adlar altında yapılan gider ve maliyet unsurları toplamının %10’luk kısmı, kurum kazancının tespitinde KKEG olarak dikkate alınmaktadır.

Görüldüğü üzere, “Aşan Kısım”, yabancı kaynakların öz kaynaklardan fazla olan kısmıdır. Öz kaynaklar ile kasıt bilançonun 5'li hesap grubunda yer alan tutarlar toplamı iken; yabancı kaynaklar, bilançonun “kısa vadeli yabancı kaynaklar” ile “uzun vadeli yabancı kaynaklar” toplamı olup işletmelerin belirli bir vade sonunda geri ödenmek üzere sağladığı kaynakları ifade etmektedir.

Ortaklara olan borcun sermayeye ilavesi bir taraftan borcu (yabancı kaynakları) azaltırken diğer taraftan özkaynakları artıracağından, yabancı kaynakların özkaynakları aşmasına engel olabilecek ya da aşan kısmı azaltacaktır. Böylece finansman gider kısıtlaması yolu ile kurum kazancının tespitinde KKEG olarak dikkate alınacak borçlanma maliyetleri de azalacak ya da bazı şirketler için hiç olmayabilecektir.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesi, Örtülü Sermaye Sayılan Borçlanmaların Tutarını Azaltacaktır

Yukarıda da açıkladığımız üzere, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 12. maddesinde düzenlenen “örtülü sermaye” müessesesi uyarınca, kurumların ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmının ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılacağı belirtilmiştir.

Örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderler kurum kazancının tespitinde gider yazılamamakta, ayrıca örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı sayılmaktadır.

Ortağa olan borcun sermaye ilavesi ile özsermaye tutarı artacağından, takip eden hesap döneminde örtülü sermaye hesabında dikkate alınacak dönem başı özsermeyenin üç katı daha yüksek bir tutar olacak, dolayısıyla işletmenin örtülü sermaye kapsamına girmesindeki eşit yüksek hesaplanacaktır. Bu durum da ilişkili taraflara olan borçların örtülü sermaye sayılacak kısmını azaltacak ya da örtülü sermaye oluşmayacaktır. Diğer taraftan sermayeye ilave edildiği dönemde kapanan borçlar için kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınmak durumunda kalınan ve dağıtılmış kar payı sayılan faiz ödemelerinin yarattığı verimsiz vergi yükünden kurtulma imkanı yakalanabilecektir.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesi Enflasyon Düzeltmesi Uygulamasında Şirketlerin Gider Yazabileceği Kaynak Yaratacaktır

Bilindiği üzere, Vergi Usul Kanunu’nun enflasyon düzeltmesini ihdas eden mükerrer 298’inci maddesinin (A) fıkrası ve Geçici 33’üncü maddesi kapsamında, tüm kurumlar vergisi mükellefleri ile bilanço esasına göre defter tutan gelir vergisi mükellefleri 31.12.2023 tarihli bilançolarındaki ve şartların devam etmesine bağlı olarak müteakip vergilendirme dönemlerinde “Parasal Olmayan Varlıklarını ve Parasal Olmayan İşletme Kaynaklarını” enflasyon düzeltmesine tabi tutmaları gerekmektedir. Bu kapsamda mükellefler, 31.12.2023 tarihli bilançolarını enflasyon düzeltmesi kapsamında güncellemiş olup halihazırda şartların devamına bağlı olarak 2024 hesap döneminde de düzeltme işlemine devam edeceklerdir.

Bilindiği üzere bilançoların enflasyon düzeltmesine tabi tutulması sonucunda parasal olmayan aktif kıymetlerin artışı gelir/kar, parasal olmayan pasif kıymetler ve özkaynakların artışı ise gider/zarar oluşturmaktadır. 31/12/2023 tarihli mali tablolar, enflasyon düzeltmesi şartlarının oluşup oluşmadığına bakılmaksızın enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş, ancak mevzuatta yapılan düzenlemeler uyarınca uzun süre sonra ilk kez yapılan 2023 yılına ilişkin düzeltme işlemlerinde beyan edilecek vergi matrahına etkisi olmamıştır. Bununla birlikte 2024 yılında yapılacak enflasyon düzetmesi işlemlerinde düzeltme farklarının nihai bakiyesi (648-658 hesapları aracılığıyla) gelir tablosu hesaplarıyla ilişkilendirilerek vergi matrahlarını etkileyecektir.

Ortaklara olan borçlar, parasal bir kıymet olduğu için enflasyon düzeltmesine tabi tutulmamaktadır. Ancak bu borçlarla finanse edilen bir sabit kıymetler enflasyon düzeltmesine tabi tutulmakta ve 2024 yılında sabit kıymetlerde yapılacak enflasyon düzeltmesi sonucu oluşacak değer artışı vergiye esas gelir/kar doğuracak, diğer bir deyişle vergi matrahını artıracaktır.  Bilanço yapısı itibariyle aktif parasal olmayan kıymetlerdeki düzeltmeyi karşılamaya yetmeyecek bir özkaynak yapısına sahip işletmelerde, enflasyon düzeltmesinde sürekli vergiye tabi gelir/kar doğma potansiyeli bulunmaktadır.

Bununla birlikte ortaklara olan borçlar sermayeye ilave edildiği durumda, sermaye artırım tarihinden itibaren bu kaynaklar enflasyon düzeltmesine tabi parasal olamayan bilanço kalemi (tescilli sermaye) haline gelecektir. Bu kaynakların sermaye olarak tescil edilmesinden sonra 2024 yılında enflasyon düzeltmesine tabi tutulduğunda oluşacak düzeltme farkı gider/zarar yaratarak, sabit kıymetlerin enflasyon düzeltmesi sonucu değerinde oluşacak artışın gelir/kar yazmasından kaynaklı vergi etkisini elimine edebilecek, diğer bir deyişle vergiye esas karı azaltabilecektir. Özkaynak yapısı güçlü olan şirketlerde ise düzeltme işleminden doğacak gider/zarar miktarı artarak işletmenin diğer faaliyetlerinden doğan gelirlerinin vergi yükünü azaltacak, zarar olan işletmelerde ise ileriye dönük oluşacak vergi varlığını artıracaktır.

Ortaklara Olan Borcun Sermayeye İlavesinde Nakdi Sermaye İndirimi Uygulaması

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10/1-ı maddesinde 2015 yılında yapılan düzenleme ile sermaye şirketlerinin kurumlar vergisi matrahı tespit edilirken  (Finans, bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde faaliyet gösteren kurumlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri hariç) ilgili hesap dönemi içinde, ticaret siciline tescil edilmiş olan ödenmiş veya çıkarılmış sermaye tutarlarındaki nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden TCMB’nın  belirlediği “Bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı” dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın %50’sinin kurum kazancından  indirilebileceği kabul edilmiştir.

Ayrıca Kanunda, bu oranın artırılması veya indirilmesi konusunda Bakanlar Kuruluna/Cumhurbaşkanı’na, belli kriterler dikkate alınmak suretiyle farklılaştırma ve sıfıra kadar indirme veya %100’e kadar artırma; halka açık sermaye şirketleri için halka açıklık oranına göre %150’ye kadar farklı uygulatma yetkisi verilmiş ve bu yetkiye istinaden bazı özel indirim oranları belirlenmiştir.

05.07.2022 tarihli Resmi Gazete yayınlanan 7417 Sayılı Kanun 49. maddesi ile KVK’nun 10/1-ı maddesi, “Bu indirimden, sermaye artırımına ilişkin kararın veya ilk kuruluş aşamasında ana sözleşmenin tescil edildiği hesap dönemi ile bu dönemi izleyen dört hesap dönemi için ayrı ayrı yararlanılır. Bu dönemlerde sermaye azaltımı yapılması hâlinde azaltılan sermaye tutarı indirim hesaplamasında dikkate alınmaz.” şeklinde değiştirilmiştir.

Dolayısıyla 05.07.2022 tarihine kadar, mükellefler nakdi sermaye artırımındaki faiz indiriminden süresiz yararlanma hakkına sahipken bu tarihten sonra, indirim hakkı, sermaye artırımına ilişkin kararın veya ilk kuruluş aşamasında ana sözleşmenin tescil edildiği hesap dönemi ile bu dönemi izleyen 4 hesap dönemi esas alınarak sınırlandırılmıştır. Düzenlemeye göre, indirimden yararlanma hakkının olduğu süre içinde kazanılan indirim tutarlarından, kazancın yetersizliği nedeniyle ilgili dönemlerde indirim konusu yapılamayan tutarlar, beş yıllık süre dolduktan sonra da indirime konu edilebilecektir. Bu konuda bir süre sınırlaması öngörülmemiştir.

4 Seri No.lu Kurumlar Tebliği’nin 10.6.1 maddesi uyarınca;

  • Sermaye şirketlerine nakit dışındaki varlık devirlerinden kaynaklanan sermaye artışları,
  • Sermaye şirketlerinin birleşme, devir ve bölünme işlemlerine taraf olmalarından kaynaklanan sermaye artışları,
  • Bilançoda yer alan öz sermaye kalemlerinin sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışları,
  • Ortaklarca veya Kurumlar Vergisi Kanununun 12. maddesi kapsamında ortaklarla ilişkili olan kişilerce kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışları,
  • Şirkete nakdi sermaye dışında hisse senedi, tahvil veya bono gibi kıymetlerin konulması suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışları,
  • Bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışlarının

indirim tutarının hesaplamasında dikkate alınmayacağına ilişkin açıklamalar yapılmıştır.

Kurumlar Vergisi Kanunun 10/1-ı maddesinde indirimden yararlanamayacak sermaye artışlarının neler olduğu tek tek sayılmış ancak sermaye artırımı öncesinde borcun ödenmesi ve sonrasında sermaye artırımı yapılması durumu ile ortaklara olan borcun sermayeye eklenmesi halinde nakdi sermaye artırımı faiz indiriminden yararlanılıp yararlanılamayacağı konusunda açık bir belirleme yapılmamıştır.

Uygulamada nakdi sermaye artırımı öncesi veya sonrasında ortağa olan borcun ödenmesi halinde faiz indiriminden yararlanılıp yararlanılmayacağı konusu belirsizliğini sürdürmekte olup idare ile yargının farklı görüşlerde olduğu görülmektedir.

Öte yandan Kahramanmaraş Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 27.01.2020 tarihli özelgede; bilanço içi kalemlerin sermayeye eklenmesi suretiyle gerçekleştirilen nakdi sermaye artırımları dolayısıyla Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde düzenlenen indirim uygulamasından faydalanılamayacağından, "331-Ortaklara Borçlar" hesabında takip edilen şirket borcunun ortağınıza geri ödenmesi ve ödenen bu tutarın ortağınız tarafından sermaye artırımı dolayısıyla kendisine isabet eden taahhüdün yerine getirilmesinde kullanılması halinde, bu tutarla sınırlı olmak üzere Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde düzenlenen indirim uygulamasından yararlanamayacağı yönünde görüş verilmiştir.

Buna karşılık İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 10.11.2020 tarih ve E: 2020/911 K:2020/1906 sayılı kararında; “ortağa olan borcun ödenmesi sonrasında, ortağın kendi öz kaynağından sermaye taahhüt borcunu ödemesi durumunda, sermaye artışının gerçekleştirilme yönteminin indirimden yararlanmaya engel bir hal teşkil etmediği” kabul edilmiştir.

Kayseri Vergi Dairesi Başkanlığının, ortaklar tarafından şirket banka hesabına nakden yatırılan tutarın ortaklar cari hesabında izlenerek daha sonra sermayeye eklenmesi halinde nakdi sermaye artırımı faiz indiriminden yararlanıp yararlanılamayacağı konusunda verdiği 12.01.2018 tarih ve 2836 sayılı özelgesinde;  “bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleşen sermaye artışları dolayısıyla Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde düzenlenen indirim uygulamasından faydalanılması mümkün bulunmamakta olup ortaklar cari hesabında izlenen tutarlar kullanılmak suretiyle gerçekleştirmiş olduğunuz söz konusu sermaye artırımı işlemi nedeniyle anılan indirim uygulamasından yararlanmasının mümkün olmadığı” şeklinde görüş verilmiştir.

Bununla birlikte, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 08.11.2017 tarih ve E: 2017/1362 K: 2017/1898 sayılı kararında ise, “sermaye artırımının tescil edildiği tarihten önce ortak tarafından şirkete verilen borcun sermayeye eklenmesi yoluyla yapılan sermaye artırımının, bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve nakit sermaye artırımı olarak Kanun’da öngörülen indirimden yararlandırılması gerektiği” hükme bağlanmış ve idarenin görüşünün aksine karar verilmiştir.

Bu açıklamalar kapsamında; Kanunda, ortak alacaklarının sermayeye ilavesi ile ilgili herhangi bir kısıtlama olmadığı ve nakdi sermaye indiriminin amacının, şirkete nakit girişinin ve öz kaynağın güçlendirilmesi olduğu göz önüne alındığında ortak alacaklarının sermaye eklenmesi işleminde KVK’nun 10/1-ı maddesinde öngörülen faiz indiriminden yararlanılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak, idarenin özelgeler ortaya koyduğu görüşlerinin bu sonucun aksine olması nedeniyle, cezalı uygulamalarla karşılaşmamak (vergi riski almamak) için bu durumda olan mükelleflerin kurumlar vergisi beyanlarını ihtirazi kayıtla yaparak dava hakkını kullanmaları mümkün bulunmaktadır.

SONUÇ

Üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurları ayni sermaye olarak konulabilir. Buna göre, alacaklar ile devrolunabilen ve nakden değerlendirilebilen her türlü değer ticaret şirketlerine sermaye olarak konulabilecektir.

Türk Ticaret Kanunu’nun 343. maddesine göre, ayni sermaye olarak kabul edilen ortaklara borçlar hesabındaki tutarların şirketlere sermaye olarak konulmasında prensip olarak asliye ticaret mahkemesi tarafından atanan bilirkişilerce değer biçilmesi gerekmektedir.

Bununla birlikte, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın genelgesine göre, ortakların şirketten olan nakit alacaklarının varlığının yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu ile ispatı yeterlidir. Bu şartların sağlaması durumunda şirket bilançolarında yer alan ortaklara borçlar hesabının bakiyesinin kısmen veya tamamen sermaye artırımında kullanılması mümkündür.

Çalışmamızda detaylı olarak açıklandığı üzere ilişkili kişilerle yapılan borçlanmalardan kaynaklı finansman hizmetlerindeki KDV yükü ve adat faiz gelirlerinin yaratabileceği vergi yükleri söz konusu olmaktadır. Diğer taraftan borcu kullanan tarafın örtülü sermaye kapsamında bulunmasına bağlı olarak diğer tarafın gelir olarak yazdığı ve KDV hesapladığı (hazineye intikal ettirdiği) finansman hizmet için ödediği tutarları diğer tarafın gider yazamama, yüklendiği KDV’yi indirim konusu yapamama durumunda kalabilmesi ihtimal dahilindedir. Bu sebeple ortaklara olan borcun sermayeye ilave edilmesi, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun transfer fiyatlandırması veya örtülü sermaye uygulamaları dolayısıyla üzerinde yük oluşturan kısıtlamaların ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.

Bununla birlikte, ortalara olan borçların sermayeye ilave edilmesinin sağladığı çeşitli vergisel avantajlar da bulunmakta olup bu avantajların detaylarına yukarıdaki açıklamalarımızda detaylı olarak yer verilmiştir.